TROYA TEHLİKEDE

AİANİ adı size ne hatırlatır bilemem, ama iki hafta öncesine kadar ben, böyle bir yerin varlığından bile haberdar değilken, şimdi TROYA için AİANİ'den ürkmeye başladım.
Galiba bu yazdıklarım biraz bilmece gibi oldu, en iyisi her şeyi en başından anlatmak:
Bir süre önce, aldığımız bir davet üzerine Selanik'e gittik. Detaylarını daha sonraki yazımda anlatacağım etkinliklere katıldıktan sonra, oradaki Yunanlı arkadaşlarımızın hazırladığı sürpriz programa uyarak, Batı Makedonya bölgesini keşfetmek üzere yedi kişilik bir ekiple yola çıktık. Karlarla kaplı, keskin virajlı dağ yolundan ilerleyip, EANİ kasabasına ulaştık. Eani, antik Aiani kentinin hemen yanına kurulmuş olan küçük bir yerleşim yeri. Bir gece önce karnaval kutlamalarının son çılgın eğlenceleri yaşandığından mıdır, yoksa kırk gün sürecek "Büyük Perhiz" başladığından mı, sokaklarda kimseleri göremedik. Küçük meydanda açık bulduğumuz bir bakkaldan o güne özel sıcacık ekmekle helva ( onlar da aynı kelimeyi kullanıyorlar), kalamata ve su alıp, yolumuza devam ettik. Bura insanı turiste pek alışık değil, hele yabancıya hiç değil. Birkaç dakika sonra, antik kent tabelasını gördüğümüzde, arkadaşlar kahkahalarla gülmeye başladılar. Tabelada "antik kenti gezmek isteyenler .............no'lu telefonu arayabilirler", yazıyormuş. Telefon ettikten sonra görevlinin gelip bize kapıyı açması için ne kadar beklememiz gerekeceğini bilmediğimizden, hiç değilse dışarıdan bir göz atarız, düşüncesiyle Aiani'ye giden toprak yola saptık. Sur kalıntılarının yanından Megali Rachi yani Koca Tepe'ye ulaştık. Daha arabalardan henüz inmiştik ki, bir arabanın bize doğru yaklaşmakta olduğunu fark ettik. Dedim ya, burası hem çok küçük bir kasaba, hem de turistler hemen dikkat çekiyor. Anlaşılan, kasabalılar bekçiye etrafta yabancıların dolaştığı haberini vermişler. Bu kadar yolu gelmişken eli boş dönmeyeceğimize çok sevindik.
1983'te başlayan sistemli kazılarla kentin bir bölümü gün ışığına çıkarılmış. Kentin kurulduğu nokta, adından da anlaşıldığı gibi oldukça yüksek bir tepe. Etrafı, sislerin arasında uçsuz bucaksızmış gibi görünen geniş ovalarla çevrili. Görüş açık olsa, belki Olimpos bile seçilir uzaklardan. Dik yamacın hemen altında, şırıl şırıl akan suyunun sesi yukarılara kadar ulaşan bir dere var. Tepe, önceleri çepeçevre surlarla korunuyormuş, şimdilerde çok küçük bir bölümü görülebiliyor. Ama, M.Ö. 146'da Romalı proconsül Egnatius'un, Adriyatik kıyıları ile Selanik'i birbirine bağlamak için yaptırdığı 400 kilometrelik Via Egnatia (Egnatia Yolu)' nın düzgün taşları daha dün dizilmiş gibi. Eni 4 metreye ulaşan bu yolun bir bölümü, Aliakmon nehri üzerine kurulan barajın gölünün suları altında yok olup gitmiş. Kent, yamacın aşağılarına kadar kademeli olarak kurulmuş. Efsaneye göre, kurucusu Elimeia Kralı Elymus'un oğlu AİANUS. Aiani, sonraları büyüyüp gelişerek, Elimeia Krallığı'nın başkenti olmuş. Şu anda, bu bölgenin başkenti 20 kilometre ötedeki Kozani. M.Ö. 1900-1600 arasında, Aiani yörenin en büyük çömlek merkezi olmuş. Ayrıca, kazılarda ortaya çıkarılan çok büyük bir evden anlaşıldığı kadarıyla burası aynı zamanda büyük bir dokumacılık merkeziymiş. Evlerin büyüklüğü, oda sayıları burada yaşayanların zenginliğinin de bir göstergesi. Merdivenli Ev'in temel kalıntılarının tamamı ortaya çıkarılmış. Dereye bakan yamaçta, emsalsiz bir manzaraya sahip olan bu evde iki ailenin yaşadığı düşünülüyor. Merdiven ortada, iki yandaki odalar eğimli araziye uyacak şekilde kademeli olarak dizilmiş. Dokumacılık malzemelerinin bolca bulunduğu diğer ev düzlükte. Buranın bir dokuma atölyesi olması kuvvetle muhtemel. Dev sütunları olan diğer üç büyük yapının resmi bina olduğu varsayılıyor. Kentin en dikkat çeken yapısı ise, tepenin en üst ve orta noktasında yer alan, yaklaşık 5 metre eninde, 8 metre derinliğinde kaya içine oyularak yapılmış olan büyük sarnıç. Bundan anlaşılan o ki; burada nüfus bir hayli fazlaymış. Ya da, burada çok büyük bir savaş yaşanmış, çok uzun sürmüş ve bu nedenle de kentin en son ulaşılabilecek olan noktasına böyle bir sarnıç inşa edilmiş. Bu son cümle tamamen benim fantezim, ama itiraf etmeden geçemeyeceğim; Ben bu antik kenti gezerken Homeros'un İliada'da betimlediği her şeyi Troya'da gezerken hissettiklerimden çok daha fazla, iliklerime kadar hissettim. Geniş ovaya hakim yüksek tepenin üzerinde, kalın surlarla korunan, çömlekçilik ve dokumacılıkla nam salmış, çok hareketli bir ticaret yolu üzerinde kurulmuş, çevresinde geniş bir yay çizerek Selanik yakınlarında denize dökülen Aliakmon nehrinin hemen yakınındaki bu zengin antik kent, Troya ile aynı enlemde yer alıyor. Gerçi, buradaki yapı kalıntıları genelde 5.y.y. civarına tarihlenmiş, ama tarihi M.Ö. 6000'e kadar uzanan buluntular, buranın çok eski bir yerleşim yeri olduğunu kanıtlıyor. Yamacın hemen altında büyük bir Nekropol var. Üzerlerine tapınaklar kondurulmuş, en büyüğü 11x11 metrelik bir alanı kaplayan bir çok mezar yeri bulunmuş. Krallara ait olduğu düşünülen bu mezarlar, yakınlarındaki aile fertlerinin mezarlarıyla birlikte bir kompleks oluşturuyor. Mezarlarda, genelde M.Ö. 6.y.y.'a tarihlenen çok miktarda altın, gümüş, bronz mücevher, siyah ve kırmızı boyalı, üzerli çeşitli şekillerde ve renklerde dekorlanmış vazolar, çömlekler, fildişi ya da kilden tanrıça, savaşçı, at, araba, aslan, kuş heykelleri, demir ve bronz kaplar, silahlar, altın rozetler ve altın yapraklar, çeşitli cam kaplar gibi zengin bir hazine de bulunmuş. Büyük mezardan çıkartılan yaklaşık 1 metre yüksekliğindeki kumtaşı aslan heykeli bulunduğu yerde sergileniyor. Tüm yapılarda, yöreye özgü kum taşı kullanılmış. Gerek antik kentte, gerekse Nekropol'de gün ışığına çıkarılmış her bir yapı, üzerleri ve çevreleri eternit kaplanarak doğanın olumsuz koşullarından korunmaya çalışılmış. Her bir yapı için, üzerinde İngilizce ve Yunanca açıklamaların yer aldığı, krokili ve camlı çerçeve içine konmuş platformlar hazırlanmış. Her ne kadar ödenek yetersizliğinden kazıların ağır ilerlediğinden söz edilse de, yapılan her işin hakkının verildiği kesin. Sessiz sedasız, ama çok disiplinli bir biçimde ilerleyen çalışmalar, Aiani'nin, Troya'yı gölgede bırakmayı planladığının göstergesi midir, bilemem ama bundan sonra yaşadıklarımız Troya adına hissettiğim endişenin hiç de yersiz olmadığını çok açık biçimde ortaya koymuş oldu. Ekibimizin arkeolog üyesi, görevli ile yaptığı konuşmadan yakındaki Aiani Arkeoloji Müzesi müdürünün, üniversiteden sınıf arkadaşı Arkeolog Dr.Georgia Karamitrou- Mentessidi olduğunu öğrenince, hepimiz heyecan içinde arabalara binip, oraya yöneldik. Birkaç kilometre ötede, tarlaların arasında yaklaşık 3000 m2 alana kurulmuş, her biri 5-6 metre yüksekliğe ulaşan, iki katlı modern bir yapıyla karşılaştık. Sıcak bir karşılamanın ardından, binayı gezmeye başladık. En ince ayrıntısına kadar tamamlanmış büyük ölçekli ofislerde havalandırma, aydınlatma, ısıtma sistemleri ile banyo, tuvalet, mutfak gibi mekanlar en yeni teknik özelliklere sahip. Odalar dolusu kütüphanede her dilden araştırma kitabı var. Çizim masaları, ışıklı masalar, toplantı masaları koridor boyunca dizilmiş odalarda görebildiklerimden bazıları.
Aynı zamanda kazı ekibinin de başkanı olan müze müdürü, bizi çok iyi korunan özel bir bölüme getirip, şimdiye dek bölgeden çıkarılmış tüm eserleri kazıyı gerçekleştirenler dışında görecek ilk kişiler olacağımız müjdesini verdi. Önce şalterler kaldırıldı, ışıklar yandı, nemi ve sıcaklığı belli düzeyde korunan salona alındık. Burada her şey, derin bir uykuda gibiydi, uzun masaların üzerinde, tek tek kağıtlara sarılmış, önce siyah bir kumaşla, ardından naylon bir örtüyle örtülmüş olarak . En değerli olanlarının üzerleri birer birer açıldı, sadece müdürün eldiven giyerek eline aldığı birkaç bin yaşındaki onlarca parça önümüzde geçit resmi yaptı. Kimi Troya Savaşı'nı anlatıyordu, kimi Miken izleri taşıyordu seramiklerin. Dev küpler, kulplu şarap sürahileri, testiler, kılıçlar, gözyaşı ve parfüm şişeleri, üzerlerinde taptaze is lekeleriyle kandiller, kupalar, çocuklar için seramikten yapılmış çıngıraklar, M.Ö. 6000'den 500'ye yüzlerce, irili ufaklı tanrıça ve at heykeli.....yaklaşık 20.000 parça eser. Sergilenmeye hazır olanlar masaların üzerinde bekliyor, ama her biri 40-50 parça halinde çıkartılabilmiş olanlar gruplanarak kutulara konmuş, temizlenip yapıştırılmayı bekliyorlar. 20 yıldan beri burada çalıştığını söyleyen müdür, sonsuz sabır gerektiren bu çalışmanın sonlandırılması için daha birkaç nesil gerekeceğini de belirtmeden geçemiyor. Köşedeki büyük kasa anladığımız kadarıyla hazine dairesi, ama içindekileri görmek mümkün olamıyor. Bu bölümün ve ofislerin dışındaki alan laboratuarlar için ayrılmış. Olağanüstü paralar harcanarak yapıldığı belli, son derece modern ve büyük olan bu bölümü anlatabilmek için yeterli teknik bilgiye sahip olmak gerek. Yörede bulunan hiçbir parça incelenmek üzere yurt dışına gönderilmeden, her türlü analiz burada, yerinde yapılabiliyor. Daha fazlasını görmeye, Troya adına yaşadığım kıskançlıktan olsa gerek, dayanamayacağımı düşünürken, bir üst kata çıkarılıyoruz. Burası, son derece modern, şık bir müze binası olarak düzenlenmiş. Otopark yerinden, hediyelik eşya satış noktalarına ziyaretçilerin tüm ihtiyaçları için gerekli bölümler hazır. Müzenin girişine bir maket hazırlanmış, buldukları her bir yapının minyatürünü buraya yerleştiriyorlar. Eserlerin sergileneceği camekanlara şimdilik bu eserlerin birer fotoğrafını yerleştirmişler.Yani, neyin nereye konacağı bile şimdiden belli. Müzenin tamamlanıp, ziyarete açılabilmesi için daha çok zaman var, ama burada yapılmış olan her şey sonsuz bir özenin göstergesi. Kazı yeri, buluntular ve müze ile ilgili tüm broşürler, posterler, kitapçıklar çoktan basılmış. Müdür, hangi dilden istediğimizi sorunca iyiden iyiye şaşırıyoruz. Elimizde bir yığın dokümanla, yüreğimizde hayranlık, kıskançlık, böylesi bir deneyimi yaşayabilen ilk şanslılar arasında olmanın verdiği sevinç birbirine karışmış bir halde yola koyuluyoruz.
Meslekten biri olmadığım için, gördüklerimi, yaşadıklarımı, hissettiklerimi sadece paylaşmak adına yazıya döktüm. Sonuçta Aiani'nin, ihtişamlı günlerinde Troya ile boy ölçüşebilir niteliklere sahip olup olmadığına uzmanlar karar verecek. Ama, bugünkü haliyle Troya için çok ciddi bir tehlike olduğu ve ne yazık ki onu gölgede bıraktığı kesin.

EMEL (ALTAN) EGE 26-Mart-2002