|
 |
 |
 |
Bugün 30 Haziran Pazar. Amasra henüz derin uykuda.
Hava çok güzel. Eminim bu güzel plaj birazdan tatilcilerin istilasına
uğrar. Bu sabah kahvaltıda bize Amasra Belediye başkanı ile Mehmet
Bey eşlik ediyor. Mehmet Bey, burada inşaat malzemeleri satan bir
firmanın sahibi. Geldiğimizden beri etrafımızda pervane. Her şeyimizle
ilgileniyor, bizleri daha fazla mutlu edebilmek için elinden geleni
yapıyor. Dünkü program yoğunluğu içinde, belki de en önemli detayı
atladığımı, bu sabah onu görünce fark ediyorum. Cumartesi günü oynanan
maçta millilerimizin başarısı üzerine, Lorena Dünya üçüncülüğümüzü
kutlamak için Başkan'dan burada bir duvarı boyamak, bu günün anısına
bir iz bırakmak amacıyla izin istemişti. Başkan da memnuniyetle "olur"
vermişti. Hatta bir de havai fişek gösterisi yapmayı düşlemişti ama
buna vaktimiz yoktu.
Kahvaltı süresince hangi duvarın boyanacağını tartıştık. Bizler, bunun
amatörce bir süsleme olacağını sanıyorduk, yanılmışız. Lorena hazırlıklı
gelmiş. Paflagonia Projesinin amblemini karelemiş, büyütmeye hazırlamış.
Önce, marinada, sonra rıhtımda yer arandık. Ardından, programa göre
Amasra sur içini gezmek üzere Bartın Belediye Başkanı ile diğer resmi
görevliler bize katılınca, ister istemez onlar da bu tartışmanın içine
girdiler. Herkes bir fikir söylüyor, tartışıp duruyoruz. Sonunda Rıza
Yalçınkaya muhteşem bir öneri getirdi; Bartın'da tarihi Gazhane binasının
duvarı boyanabilirdi. Lorena heyecandan yerinde duramıyor. "Boya
seçeceğim, renkler birebir aynı olmalı"diye ısrar ediyor. Pazar
günü nereden boya bulacağımızı düşünürken, Mehmet Bey imdada yetişiyor.
Hemen onun satış merkezine gidiyoruz. Lorena herşeyin mükemmel olması
için kararlı. Massimo ile Romano sıkıldılar. "Keşke şu boya işine
izin alamadığımızı söyleseydin, başımıza iş çıktı, zaten vaktimiz
yok",diyerek söyleniyorlar. Ama, Lorena'yı ikna etmek mümkün
değil, o kararlı, bu işi mutlaka yapacak.
Eksik renkleri Bartın'da tamamlayacağımızı söyleyerek Lorena'yı oradan
uzaklaştırmayı başardık. Şimdi, jet hızıyla Amasra turu yapacağız.
Sur içindeki restorasyonlar Romano ile Girolamo'yu dehşete düşürüyor.
Eline malayı alan bu yüzlerce yıllık duvarları, kemerleri harçla sıvayıvermiş,
içleri acıyor. Ne de olsa onlar bu işin profesyoneli, kimselerin fark
edemediği detayları işaret ediyorlar birbirlerine. Gözlerinden hiçbir
şey kaçmıyor. Gelecek sefere daha detaylı inceleme sözüyle, yine "tempo!"
diyerek arabalara biniyoruz.
Bartın'da Belediye Başkanı'nın odasında geçen yıl gerçekleştirilen
Paflagonia Projesi bisiklet turunun görüntüleriyle hazırlanmış bir
video kaset izliyoruz. Araya, yörenin güzelliklerinden görüntüler
de serpiştirilmiş. Özellikle, karlar altındaki Bartın çok etkileyiciydi.
Geçen yılın finalinde Ugo'nun döktüğü sevinç gözyaşları, başta o olmak
üzere hepimizin gözlerini yaşartıyor. Yine dokunaklı konuşmalar yapılıyor.
Böyle gözyaşlarını her zaman görmek istediğimizi belirtmeden duramıyorum.
Ne de olsa, aklımda hep tüm bunların bir gün Çanakkale'de de yaşanabileceği
fikri var, buna hala gönülden inanıyorum. Çanakkale'den bu gazete
dışında destek görmediğim için, zaman zaman umutsuzluk yaşasam da,
onları Troya'ya yeniden getirebilmek için elimden geleni yapacağım.
Bir gün mutlaka...
Bartın içinde yaptığımız kısa turdan sonra İnkumu'na gideceğiz. Ama
önce onlara, geçen yıl bisikletçilere de yapıldığı gibi simit alıp,
yediriyorum. Çok beğendiler. Ugo zaten tadını biliyordu. Diğerleri
adını ezberlemeye çalışırken, önce Simitis'i hatırlayın, oradan gelir,
diyorum. Gülüyorlar. Selanik'teyken simitçi gördüğümüzde aynı espriyi
bana Fotis yapmıştı, bu vesileyle onu da anmış oldum.
İnkumu'na karadan giriş de muhteşem. Dev kayaların üzeri yemyeşil
bir dokuyla kaplı. Sahil oldukça kalabalık. Sıra sıra balık lokantaları,
dondurmacılar ve kafeler var. Diğerlerine göre oldukça düzenli ve
temiz bir sayfiye yeri. Güzel bir balık lokantasına giriyoruz. Balık,
şarap, salata, dondurma derken yine "İtalyanlıkları" tuttu.
Espresso istiyorlar. Yok. Türk kahvesi denemelerini öneriyorum. Kahve
falı geleneğinden söz edince, kendi başıma iş açtığımı fark ediyorum.
Romano fal istiyor. Ben de büyük bir ciddiyetle ertesi günün programını
sıralayıveriyorum. Önemli olan gelecekten haberler değil mi? İşte
alası...
Massimo'nun yola çıkma vakti geldi. Başkan, onun için de çift şoförlü
bir araba tahsis etti. Niğde'ye ulaşmaları gece yarısını bulacak.
Massimo, Niğde'de başlayacak yeni kazıyı inceleyecek. Çünkü, Paflagonia
Projesi onunla birleştirilerek Anatolia Projesi'ne dönüştü. Artık,
her ikisi Padova'dan destekli sürdürülecek. Ben gene klasik itirazımı
yapıp, projenin bu şekliyle eksik kalacağını Troya'nın da bunlara
katılıp, projenin TROIANATOLIA adıyla sürdürülmesini istiyorum. Massimo'ya
Niğde'den Çanakkale'ye devam etmesini, orada buluşmayı öneriyorum.
Kendisini razı edebilmek için annemin yemeklerini, denizimizin güzelliğini
ballandıra ballandıra anlatıyorum. Ama nafile. Ugo bana sarılıp, teselli
etmeye çalışıyor ve "dilerim bir dahaki sefere ...", diyor.
Dilerim...
Massimo, vedalaşırken bana Padova bölge yönetiminin armasını taşıyan
gümüş rengi bir anahtarlık verdi. Şu an çalışma masamın üzerinde,
baktıkça onları hatırlıyorum.
Hep beraber sahilde yürüyerek, biraz ilerdeki Belediye lojmanlarına
gidiyoruz. Yaklaşık otuz daireli şık bir blok. Bahçesi yemyeşil çimen.
Ağaçların altında oturma yerleri, arkada geniş bir otopark var. Belediye
çalışanları onbeşer gün burada tatil yapabiliyorlar. Şu an boş olan
dairelerden biri bize açılıyor ve isteyenlerin dinlenebileceği belirtiliyor.
Lorena'nın yerinde durmaya niyeti yok. Hemen denize koşuyor. Ugo da
ondan geri kalmıyor. Arkalarından Başkan yetişiyor. Üçü çocuklar gibi
eğleniyorlar denizde. Girolamo biraz dinlenmek için bir odaya çekiliyor.
Romano ile ben bahçedeki ağacın altını göze kestirdik. Banka oturup
sohbete dalıyoruz. Bu arada, yerel gazetelerde ekiple ilgili olan
gazete haberlerini tercüme ediyorum. İsimlerin sonlarını hep "a"
ile bitirmişler. Romano kızıyor, çünkü sadece kadın isimleri böyle
yazılır.
Saatler geçiyor. Kimsenin denizden çıkmaya niyeti yok. Biz de sıkıldık
artık. Romano ile sahilde yürüyüş yapıyoruz. Ve tabii biraz da dedikodu.
O programsızlığa hiç gelemiyor. Yapacak onca iş varken bu deniz keyfini
gereksiz bulmuş. Doğrusu ben de...Bir tur, iki tur, zaman geçmiyor.
Denizde onca kalabalığın içinde bizimkileri görebilmek çok zor. Kendimizi
göstermek için elimizi kolumuzu sallıyoruz, sonuç yok. Nihayet Romano'nun
gözleri Ugo'yu seçiyor. Sesleniyoruz. Neden sonra bizi fark edip,
yanımıza koşuyorlar ve merakla "bir şey mi oldu?", diye
soruyorlar. Romano sadece saatini göstermekle yetiniyor.
Başkan'ın eşi Fatma Hanım bizi çaya bekliyor. Hep birlikte dairelerine
çıkıyoruz. Son derece içten ve sıcak karşılanıyoruz. Manzara harika.
Digiturk'ten RAI'yi izleyip, İtalyanca haber dinlemek pek hoşlarına
gitti. Sürekli futboldaki başarımızdan konuşuyorlar. Girolamo burada
insanların üçüncülükten hoşnut olup, olmadıklarını soruyor. Bu kadar
yaklaşmışken birinci olmadığımıza üzülüyorlar deyince, manalı manalı
bakıp gülüyor.
Çay saati de bitti. Şimdi, Lorena'nın resmini görmeye gideceğiz. Lorena
işini profesyonellere devretti, mutlu ve huzurlu. Ama denetlemeden
de duramıyor. Cumartesi ve Pazar sabahtan gecenin geç saatlerine kadar
çalışmaları Lorena'nın içini burkuyor. "İtalya'da olsa kimse
kimseyi bu kadar saat çalıştıramaz, hele tatil günleri asla",
diyorlar. Başkan'ı işaret edip, "nasıl oluyor da herkes onu bu
kadar sevip sayıyor ve bir dediğini iki etmeyip, güler yüzle iş yapıyor",
diyerek hayretle kafa sallıyorlar. Resim gerçekten çok güzel oluyor,
hatlar şimdiden belirginleşti. Lorena, Gazhane'nin bütün duvarlarını
boyamaya talip. Ugo gerçekten bu konuda ciddi fikirler üretiyor. Amblemin
farklı versiyonlarını bilgisayarda hazırlayıp gönderecek, barkovizyonla
duvara yansıtılıp, çizmekle zaman kaybedilmeden boyanacakmış. Başkan
mutlu, Bartın'da boyasız duvar kalmayacak.
Gazhane'den çıkışta Şelale'ye uğruyoruz. Bartın nehri üzerinde inşa
edilmiş setin üzerinden gürül gürül suların aktığı, ağaçlıklı bir
piknik alanı burası. Kıyıda eski bir su değirmeni var. Sahibi burayı
restore etmiş, müze-ev olarak kullanıyor. Bize nasıl çalıştığını göstermek
için çalıştırıyorlar değirmeni. Koca çark gıcırdayarak döndükçe merakla
etrafında toplanıyoruz. Gün batımında olağanüstü bir görüntü. Üst
kat, aslına sadık kalınarak ve çok para harcanarak restore edilmiş.
Saunası bile var. Nehre uzanan balkonda ev sahibi rakı sofrasını kurdurmuş,
keyif yapıyor. Manzara doyumsuz. Çalışma odasında yok yok. Teknolojinin
bütün nimetlerinden faydalanmışlar, ama ana yapıyı bozmamışlar. Toscana
şatolarına benziyor. Muhteşem!
Akşam,
İnkumu yakınlarında çok özel bir yemeğe davetliyiz. Tavuklu börek
yiyecekmişiz. Çok büyük tepsilerin içine açma yufkaya sarılmış tavuk
etleriyle enfes bir börek bu. Tam ortasına bir kase de tavuk suyu
konmuş, elle koparılan parçalar buna batırılarak yeniyor. Hepsi bayıldılar.
Neredeyse iki tepsinin tamamı bitti. Milletvekili Cafer bey Bartın'la
Padova arasındaki karşılıklı öğrenci değişim programıyla çok ilgili.
Protokolü imzalamak için Eylül sonu gitmenin daha uygun olacağı konusunda
fikir birliğine varıyoruz. Uzun uzun bu seyahat üzerine konuşuyoruz.
Girolamo, İtalya'da işlemlerin daha resmi bir seyir izleyeceğini,
buradaki kadar samimi bir ortam olmayacağı için yazışmaların bir an
önce başlatılması gerektiğini defalarca tekrarlıyor ve uyarıları defalarca
tercüme ettiriyor. Ayrıca 15 Ağustos "Ferragosto" tatili
nedeniyle, programı mutlak eylül sonu için hazırlamamızı pek çok kez
dile getiriyor. Başkan, sürekli maliyet hesapları yapıyor. Bu arada,
beni de ısrarla davet ediyorlar. Neden olmasın?
EMEL (ALTAN) EGE
|
 |
| |
| |
| |
|