|
 |
 |
 |
20 Temmuz 2001 Akşamı, İstanbul'da bulunan Venedik Sarayı'nda Ugo
Silvello ile ilk karşılaştığımızda, Venetlerin tarihine olan tutkumuzun
bizi hemen eski dostlar gibi kaynaştırdığını farkettik. O günden itibaren,
yakaladığımız her bağlantıdan, geliştirdiğimiz her ilişkiden birbirimizi
haberdar ederek, bugünlere geldik.
Bugün 28 Haziran 2002 Cuma. Paflagonia'ya Yeniden Dönüş Projesi bugün
başlıyor. Haftalardır, Padova - İstanbul - Bartın arasında yaşanan
yoğun haberleşme trafiği sona erdi. Herşey yolunda. Atatürk Havalimanı
Dış Hatlar Geliş kapısındaki panoda saat: 13.00 itibarıyla uçağın
alana indiği bildiriliyor. 17 Ağustos'tan bu yana hemen hemen her
gün yazıştığımız, projenin gelişeceğine ve devam edeceğine inanarak
yol aldığımız Ugo ile nihayet yeniden kucaklaşacağız.
Yolcular yavaş yavaş kapıda göründü. Ugo ile birbirimizi görünce,
kırk yıllık dostlar gibi sevindik. Aylarca verilen emek boşa gitmemişti,
Ugo mutluydu. Çünkü, ta en başında planladığı gibi projenin ikinci
adımını da gerçekleştirmeyi başarabilmişti. Bense, benim için en önemli
etabı, Troia'yı, projenin içine kaynaştırmayı başaramamıştım. Burukluğumun
tek tesellisi, konuya olan yakın ilgim, projeyle ilgili bilgim ve
İtalyancam nedeniyle bizzat Bartın Belediye Başkanı tarafından ekip
üyeleriyle birlikte oraya davet edilmiş olmamdı. Kendi adıma gururlu,
Çanakkale adına mahcup, diğerleriyle de tanışıp, hemen Bartın'dan
gönderilen özel araca yerleştik ve yola koyulduk.
Bu kez, görüşmelerin daha resmi ve daha ciddi olacağını düşünerek
ona göre hazırlanmıştım. Ne de olsa, ekipte Padova Eyalet ( belki
vilayet demek daha doğru olur, ama geniş bölge yönetimi için bu ifade
kullanılıyor) temsilcisi, Padova gibi bir kentin en önemli müzesinin
müdürü var. Ancak, onları tanıdıkça ne kadar dost, ne kadar sıcak
insanlar olduklarını anladım. Önce, on ayın gelişmelerini birbirimize
bir kez daha aktarabilmek için Ugo ile sohbete daldık. Yavaş yavaş
diğerleri de bize katıldı. Saatlerdir yolda olmalarına ve yaşlarına
rağmen hiçbirinde yorgunluk belirtisi yoktu. Sadece ve sadece heyecanlıydık,
o kadar. Lorena bile, bu ekibe katılmış olmanın verdiği mutluktan
uçuş korkusunu unutuvermiş, ilk kez geldiği İstanbul'u meraklı gözlerle
izliyordu. Boğaz Köprüsü'nü geçerken gördükleri karşısında büyülendiler.
Birbirlerine gelecek sefer mutlaka bir Boğaz turu yapma sözü verdiler.
Yani yine gelecekler...
Yolculuk çok rahat geçiyor. Aracımız 27 kişilik. Herkesin rahatça
uyuyabileceği kadar yer var, ama hepimiz cin gibiyiz. Anlatacak o
kadar çok şey var ki. Bolu Dağı'nı tırmanmaya başladığımızda yavaş
yavaş açlık sinyalleri gelmeye başladı. Yol kıyısında bir lokantada
mola verdik. Yoğurda bayıldılar ve adını hemen öğrendiler. Yemek üstüne
ballı yoğurtlu minik Osmanlı çilekleri ikram edildi. Turun güzel geçeceği
artık iyice belli oldu, hepsi son derece sevgi dolu ve uyumlu. Lorena
şimdi de Türk kadınlarının nasıl dans ettiğini sorup duruyor, ama
ona ne yazık ki ona bu konuda bilgi verebilecek kimse yok. Bartın'da
akşamları müzikli yemekler verecekler, orada görürsün, diyerek durumu
kurtarmaya çalışıyorum. Benden umudu kesince, Ugo ile arka koltukta
İtalyanca şarkılar söylemeye başladılar. Massimo, Romano ve Girolamo
şekerleme yapıyorlar.
İki saatlik yolumuz kaldı. Dağda bir kır kahvesinde çay molası verdik.
Romano yıllar önce bir kez gelmiş Türkiye'ye ailesi ile birlikte ve
"çay" demeyi hiç unutmamış. Yine hiç düşünmeden "çay"
diyor. Çayı "ince belli"de içmeyi seviyor. Diğerleri de
ona uymaktan hoşnut. İtalya'daki kahve çeşitliliğini buralarda bulamayacaklarını
baştan söylemiştim.
Bartın'a yaklaşırken Başkan telefon etti, Amasra'da deniz kıyısındaki
otelde kalacağımızı, ama önce bizi yemeğe beklediklerini söyledi.
Milletvekili Cafer Bey ile Vali Bey'in de bizi beklediklerini öğrenince
önce Massimo panikledi. Resmi bir davete tişörtle katılmayı kesinlikle
reddediyor. Ama önce otele gidip, kıyafet değişmek için de hiç zamanımız
yok. Ben sayfiyede bunun bu kadar sorun olmayacağını, yoldan geldiğimizi,
resmi görüşmelerin ertesi gün yapılacağını söyleyerek ön koltuğa geçtim.
İkna olduklarını sanmıştım, yanılmışım. Teker teker valizlerini açıp,
kıyafetlerini çıkardılar ve arka koltukta birer birer üstlerini değiştirdiler.
Lorena şık bir siyah elbise- ceket giydi, diğerleri de koyu renk takım
ve kravat.
Amasra Küçükliman'daki balık lokantasının denize uzanan balkonuna
masalar kurulmuş, manzara doyumsuz. Bizi çok sıcak karşıladılar. Önce,
resmi dille iki tarafın birbirleri için söyledikleri bol iltifatlı
cümleleri tercüme etmeye başladım. Sonradan sohbet koyulaştı ve gitgide
çok daha samimi bir hal aldı. Burada yapılacak restorasyon çalışması
ile birlikte, hemen karşılıklı öğrenci değişim projesi ele alındı.
Her iki taraf da buna gönülden hazır.
Balıklar yendi, şaraplar içildi, sohbet tatlı tatlı sürdü. Ama artık
hepimizin gücü tükendi. Önümüzdeki günlerde bizi çok yoğun bir program
bekliyor. Şimdi uyku vakti. Ertesi gün kahvaltıda buluşmak üzere sözleşip,
otele yerleşiyoruz.
Herkese "iyi geceler!"
EMEL (ALTAN) EGE
|
 |
| |
| |
| |
|